15 Eylül 2014 Pazartesi

Erol Bey

Bilen bilir, biz çok fena battık bi sefer. Sebebi şu bu neyse uzun hikaye, panik içindeyiz o vakit. Başımıza ne gelecekten çok çocukların başına bişey gelmesin derdindeyiz ki bir tazı takipte koklayarak. Neyse ona da bulaşmayayım... Kızımı okula yollamıyorum korkmaktan, sonra okulla konuştum koruyabilir misiniz diye. Koruruz dediler ama servisle değil kendim götürüp getiriyordum ki bir sabah... servisini solladım.

Servis düştü peşime, yolun uygun bir yerinde önümü kesti.  İçgüdü kapıları kilitledim ilk iş, cam bir parmak açık. O anı hayatım boyunca unutamam. Korku, adam ezme pahasına fırlama düşüncesi. Servisten bir adam indi karayağız. Arabanın camının dibine geldi ve konuşmaya başladı ağlayarak.

Niye böyle yapıyorsunuz Çiğdem hanım? Ben adam değil miyim, ben baba değil miyim? Ben çocuğunuzun başına bişey gelmesine izin verir miyim? O benim de evladım değil mi? Çok gücüme gidiyor Çiğdem Hanım. Bildiğiniz gibi değil... diyor ama hıçkırıyor koca adam yolun ortasında...

O gün Erol Bey' e kızımı emanet ederken dedim ki, "başıma bişey gelirse al kızı evine götür, arayacağın numaralar bunlar." Eminim kayıtlıdır o numaralar hala telefonunda.

6 yıldır o götürüyor o getiriyor kuzumu. Erol iyidir, kıymetlimdir.


8 Eylül 2014 Pazartesi

Yağmur üstüme üstüme varsın yağsın küçük hanım.

Yaz çok sıcak geçince yağmur öyle güzel geliyor ki..

1969 yazı olmalı. İlkokula başlamadan hemen öncesi. Şimdi Bartın il sınırları içinde kalan İnkum' da Hacettepe kampındayız. Ne maceralı yazdı o yaz...

Önce kampın aşçısının oğlu boğuldu. Rahmetli Selçuk ağabey denizden çıkardı. Onca doktorun olduğu yerde kısa sürede ve doğru müdahale ile canlandırıldı ve koşturuldu hastaneye. İki gün sonra kampa dönmüştü sağ salim ama çok korkmuştuk hepimiz. Tedbirli babamın neden sırtımdan can yeleğimi hiç çıkarttırmadığını anlamıştım böylece lakin, sahilde kumdan kale yaparken bir kova su almak için ayak bileklerime kadar girdiğim suyun bir anda nasıl boyumu geçtiğini de hiç unutamam. Can havliyle yüzmeyi öğrenmek neymiş onu da anladım böylece.

Kampın arkası ormandı, motel kısmıyla orman arası da taş çatlasın 2 metre genişlikte bir toprak parçası ve kupkuru. Ormana dalışlarım, çiçek, sarmaşık ne bulduysam oraya dikişim ve hergün sulayıp bakışım. 15 gün sonra bir küçücük çocuğun yüzüne bakılmayan bir yeri nasıl küçücük bir bahçeye çevirdiğine kocaman amca teyzelerin hayret edişleri ve gurur... Ama hiçbir iyilik cezasız kalmaz. Bir böğürtlen dikeninin popoma batışı ve iltihaplanması, annem ve babamın evde olmadığı bir gece ablamın durumu farkedip o dikeni ev koşullarında çıkarması...

O yazın en güzel anılarından biriydi Eflatun amca ve eşinin veda gecesinde "caz" eşliğinde söyledikleri şarkı. Eflatun amca beni doğduğum andan beri tanırdı. Evet :) ebemdi o benim. Karşınızda Zeki Müren' in sesinden eşiyle birbirlerine söyledikleri aşk şarkısı.. Nurlarda yatsınlar.